Bilsam Logo

Malatya’da Müslüman/Hristiyan Iliskileri ve Hosgörünün Tarihsel Temelleri Üzerine

Malatya’da Müslüman/Hristiyan Iliskileri ve Hosgörünün Tarihsel Temelleri Üzerine | Bilgi Yolu Egitim Kültür ve Sosyal Arastirmalar Merkezi | Bilsam.Org

Son iki yüz yildan buyana yasadiklarimiz kurumsal ve toplumsal degisim ve dönüsümümüzün tarihi oldugu kadar kisisel bakis açilarimizin da degisime ugradigi bir dönem olmustur.

            Bati karsisinda peyderpey geri çekilmeye basladigimiz 19. yüzyilin baslarindan buyana yaklasik iki yüz yil geçti. Iki yüz yil önce Anadolu’nun mütevazi bir kösesinde kendi haline yasayan bir Osmanli insani belki egitimsiz idi, belki mektep ve medrese görme imkani yoktu ama aidiyet duydugu koca bir cografya vardi. Bu koca cografya üzerinde sadece “ben ve benim gibi düsünen, benim gibi inanan, benim gibi giyinen insan topluluklari yasamaktadir” diye düsünmüyordu. Süryani, Ermeni, Kürt, Arap, Çerkez vs Müslim ve gayrimüslim bütün farkli din, mezhep ve etnik gruba mensup dev bir cografyanin mensubu olmanin hissiyatini yasiyordu. Her gün pazarda, Misir’dan, Suriye’den, Kekük’ten Isfahan’dan Batum’dan Anadolu ve Rumeli’den gelmis Türkmen, Arap, Kürt, Kipti, Süryani, vs  farkli dil, din ve renkteki insanlarla karsilasip alisveris yapip dostluklar arkadasliklar kurmus, birbirine misafir olmustu.  Hele bu mensubiyet, eger Müslüman bir kimlik ile birlikte düsünülüyorsa “millet-i hakime” olmanin rahatligi içerisinde, o koca cografya üzerinde yasayan bütün etnik, dini, mezhebi ve kültürel unsurlari “yönetebilme kabiliyetinin” hazzini ve gururunu yasiyordu.

            Peki, ne oldu bize ki bugün farkli din, dil, mezhep, irk ve kültürel unsurlar söz konusu olunca birlikte yasama ve yönetebilme kabiliyetimizi gözden geçirmek durumunda kaliyoruz. Halbuki, Sadece Selçuklu ve Osmanli dönemini esas alarak baktigimizda geride 1000 yillik bir tecrübe yani basimizda durmaktadir.

Bugün,”bu ülkede farkli etnik dini, mezhebi ve kültürel unsurlarla birlikte baris içerisinde yasamayi ögrenmeliyiz “ denildigi zaman bazi çevreler ülkenin bütünlügüne yönelik bir argüman olarak degerlendirip “nereden çikti bu farkli etnik, dini, mezhebi, kültürel farklar ?” demek suretiyle bu gerçegin ülkemiz için bir zaaf, bir zayiflik hatta bunu iddia etmenin bir ihanet oldugunu söyleyenler var. Halbuki bu argüman birakin bir zaafiyet imasi, tam tersi “yönetebilme kabiliyet ve kapasitesinin “ gücünü ve tarihsel derinligini gösterdigi gibi güçlü bir “aidiyet duygusunu” ortaya koymasi açisindan da onur verici bir yönü vardir.      

Bu tespiti yapmamizin elbetteki tarihsel bir dayanagi vardir. Eger farkliliklar bir zaaf veya bir kirilganlik olsaydi Türkiye Selçuklu sultani II. Kiliç Arslan kendine unvan olarak “Türk, Ermeni ve Süryanilerin” veya “Rum, Ermeni, Frenk ve Sam memleketlerinin büyük sultani Izzeddin Ebu’l Feth Kiliç Arslan” [1]  lakap ve ünvanlarini kullanmazdi. Kaldi ki bu dönemi inceleyen tarihçiler gayet iyi bilir ki Türkler, henüz farkli din ve etnik gruplardan mütesekkil Anadolu cografyasi üzerinde henüz tam hakimiyet saglayamadigi bir dönem olarak bilinir. Basta Ermeniler olmak üzere Anadolu’da Türkiye Selçuklu siyasal otoritesine karsi her an her türlü ittifakin hemen kurulabilecegi hassas dengeler olmasina ragmen. Yani bugün sikça dillendirilen “Türkiye içeriden ve disaridan tehdit altindadir” gerekçesinden daha nazik bir siyasi ortam olmasina ragmen Selçuklu sultanlari farkli etnik unsurlarin ismini anmak suretiyle “hamilik” yapmaktan imtina etmemislerdir.

Söz konusu bu dönemlerde gerek Selçuklu devleti gerekse Osmanli devleti egemen oldugu cografya üzerinde yasayan onlarca etnik, dini, mezhebi ve kültürel unsurlari sürekli paronoyak! bir yaklasimla idare etmeye kalkissaydi tabiidir ki sadece “ Kabile” olarak kalir, asla “devlet” olamazdi.          

Farkliliklar konusunda bu kadar rahat davranan bir tarihsel mirasa ve yönetsel birikime sahip olan bir siyasal ve toplumsal gelenegin, gerçekten tedirgin olmasini gerektirecek bir noktada miyiz?. Elbette ki hayir.

O halde, toplumsal ve tarihsel mirasimizin anlasilmasi ve degerlendirilmesi noktasinda ciddi bir bilgisizlik ile karsi karsiyayiz.

Tarihsel mirasimizin ve bu mirasin bize biraktigi güçlü unsurlara daha çok ihtiyacimizin oldugu asikardir. Hele ki, bin yildan bu yana ayni cografyayi çok az problemlerle bugüne kadar paylasabilmis Türkler ve Kürtler gibi iki kardes halkin asilabilir sorunlari ortada iken, ortak mirasin yeniden gözden geçirilmesi ve bu birikimin projelendirilmesi gerekir. Bu projelendirmeler Türkiye Cumhuriyeti basbakani R.Tayyip Erdogan’in ifadesi ile “toplumsal restorasyonun” yeniden gerçeklestirilmesi için kaçinilmaz olmustur.

            Biz bu arastirmamizda özellikle Malatya özelini merkez alarak, gerçekten Malatya’nin kültürel mirasinda etnik unsurlara karsi ve özellikle farkli din mensuplarina karsi bir düsmanligi besleyecek bir kültürel, tarihsel geçmis varmidir? , hosgörü kültürümüzü besleyen tarihsel temellerde bir sorun varmidir? Sorularina cevap aramaya çalisacagiz.

“Malatyali “ kimliginin daha 11.yüzyilda tarihsel temellerini olusturmaya basladigini düsünüyorum. Açik sözlülügü, mertligi, ki bu mertligini bugün yaygin haliyle bilinen “hakli da olsa haksiz da olsa güçlü ve serrüt” anlaminda degil, tersine “Battalgazi civanmertligi” ne tam olarak oturan bir “mertlik”dir. Dürüst, girisimci, vefali, her konustugunu delillendirmeyi seven kimlik ve kisilik özelliklerine sahip olmanin ötesinde, Malatyali kimliginin ayrilmaz bir yönü “hosgörülü” olmasidir. Asagida bu kimligimizi olusturan tarihsel kültürü, kaynaklari ile birlikte vermeye çalisacagim, ancak sunu hemen ifade edeyim ki bu hosgörü kültürümüzün daha 11. yüzyilda ; Iran kültür havzasindan demini alan Orta Asya menseli göçebe unsurlar, Anadolu’da yerli Bizans, Ermeni, Süryani vs. topluluklarin ve daha önce bölgeye gelmis Arap-Islam topluluklarinin sentezledigi bir kültür havzasinda kendini bulmustur. Birçok din, kültür ve felsefi düsüncelerin kesistigi ve yasam alani bulabildigi bir topragin hosgörüsüz olmasi düsünülemez.

 

TARIHSEL GELISIM

            21.yüzyilin totaliter düsünce kategorilerine alismis bir zihin için 12. ve13.yüz yilin Anadolu’sunda, gazilerin dini inanç ve davranislarinin yaninda, diger Islam ülkelerinde rastlanandan daha üstün bir dinsel hosgörünün var olmasini anlayabilmek çok güçtür.[2] diyor Claude Cahen.

Claude Cahen, her ne kadar çagdas totaliter zihniyetler bunu anlayamaz diyorsa da, biz yine de sorumluluk bilinciyle hareket ederek tarihsel mirasin anlasilmasi adina sadece Malatya özelinde, Müslim–Gayrimüslim iliskilerini daha yakindan görmek ve en azindan bir nebze de olsa bir fikir sahibi olmak için özellikle 11. ve 12. yüzyildaki gelismeleri incelemeye aldik.

            Müslüman Türklerin kitlesel olarak Anadolu’ya gelmeleri ve kentlerdeki yerli gayrimüslim topluluklarla karsilasmalari malum oldugu üzere 11. yüzyildan itibarendir.

            Türklerin farkli din ve mezheplerdeki topluluklarla karsilasmalari elbette ki ilk defa 11. yüzyilda Anadolu’da gerçeklesmis degildir. Islamiyeti kabul etmeden önce Türkistan bölgesinde ve Orta Asya’nin farkli bölgelerinde Samani, Budist, Maniheist, Hristiyan ve Museviler gibi…çok farkli din ve mezhep mensuplari ile birlikte yasadilar. Kurduklari devletler de farkliliklari oldugu gibi kabul ettiler, idareleri altindaki farkli din mensuplarini asimile etmek  bir yana kendileri farkli dinlerin etkisinde kaldilar.

            9. ve 10. yüzyildan sonra Islamiyeti kabul edip Türkistan bölgesinde basta Karahanlilar ve Gazneliler olmak üzere kurduklari devletin cografyasinda da çok farkli din ve inanç topluluklari ile birlikte yasadilar.[3]

            Türkistan, Iran, Orta Dogu, Ermenistan ve Anadolu cografyasi olmak üzere genis bir alan üzerinde imparatorluk kurmus olan Büyük Selçuklu Devletinin kudretli hükümdari Meliksah’in Hristiyanlara karsi tutumunu, Hristiyan bir tarihçi olan Urfali Mateos su cümlelerle vermektedir:

            Sultan Alp Arslan’in oglu “Meliksah, babasina halef olarak tahta çikti. O iyi, merhametli ve Hristiyanlara karsi tatlilikla hareket eden bir zat oldu……Meliksah hakimiyeti boyunca Allah’in yardimina mazhar oldu. O bütün ülkeleri fethetti, ve Ermenistan’i sulh ve asayise kavusturdu.” [4]

Mateos bir baska yerde Meliksah için “Ayni yilda (1086 – 1087) Sultan, Askanan  milletinden mütesekkil büyük bir orduyla beraber Roma memleketini (Anadolu) zapt etmek üzere Garba (batiya) dogru yürüdü. Sultanin yüregi, Hristiyanlara karsi sefkatle dolu idi. O geçtigi memleketlerin halkina bir baba gözü ile bakiyordu. O böylece hiç muharebe yapmadan bir çok eyalet ve sehirlere hakim oldu” demektir.[5]

            Tarihçi Mateos’un Meliksah için yaptigi bu degerlendirmenin objektif oldugunu ise verdigi su bilgilerden anliyoruz.”Sultan, kötü ve köpek tabiatli ve müfsid (fesat) bir adam olan Agsian’i Antakya’ya vali tayin etti. Halep sehrine de iyi, sulhperver, herkese karsi tatlilikla hareket eden ve imar edici bir sahis olan Ag-Sungur’u vali tayin etti.”[6] Tarihçi Mateos, Büyük Selçuklu Sultani Berkiyaruk içinde benzer olumlu ifadeler kullanmaktadir.”[7]

            Mateos, Büyük Selçuklu Sultanlari için yaptigi olumlu degerlendirmeleri kendi dindasi Fileratos için yapmamaktadir.“Bu zamanda (1072 – 1073) seytanin birinci oglu olan Fileratos adli zalim ve menfur bir prensin müstebidane (istibdat/baskici) hakimiyeti baslamisti. Bu adam Romen Diojen’in sukutundan(ölümünden sonra) sonra memleketi gasp edip[8] zalimane hareketlere giristi…..O Hristiyanlara karsi harp etmeye basladi. Çünkü o Hristiyan olmakla beraber imansiz bir adamdi….O din ve adetçe bir Romali(Bizans), baba ve anne tarafindan da bir Ermeni idi….O bir çok eyalet ve sehir zapt etti., bir çok reisleri ve ileri gelenleri merhametsizce telef etti. Misar’a (Minsar/Masara/Egribük/Malatya) gelip oraya yerlesti.[9]

 

SELÇUKLU DÖNEMINDE MALATYA’DA HRISTIYANLARIN KARSILASTIGI OLUMLU VE OLUMSUZ GELISMELER

            Simdi, Malatya özeline Müslüman – Hristiyan iliskilerine ve Türk – Islam yöneticilerin Ermeni ve Süryani halka yönelik tutumlarina daha yakindan bakabiliriz.

            11. yüzyilin ortalarinda düzenli ve düzensiz birlikler seklinde ve daha çok Bizans’in Anadolu’daki askeri gücünü hedef alan istila nitelikli Türk saldirilari önceleri kontrolsüz ve zarar verici oldugu söylenebilir. Bunun bir örnegi 1057 yilinda Emir Dinar adli bir Türk komutanin emrindeki 3.000 kisilik bir süvari birligin Malatya’yi isgal etmesidir. 10 gün boyunca kenti isgal eden ve daha çok Süryanilerin yasadigi bu yerin servetini yagmaladiktan sonra çekilmislerdir. Ancak Elazig yönünde çekilirken Ermenilerin saldirilarina maruz kalmis ve Emir Dinar basta olmak üzere Türk birliginin büyük bir kismi imha edilmisti.[10] Bu tür istila hareketinin çogu zaman Büyük Selçuklu otoritesinin bilgisi ve kontrolü disinda gerçeklestigi bilinmektedir. 11. yüzyil ortalarinda, Malatyali Süryani ve Ermeni Hristiyan halkin bagli bulundugu Bizans yönetimi tarafindan da benzer rahatsizliklarin verildigi yine bilinmektedir.

            Nitekim Bizans imparatoru Konstantinos X. Dukas (1059 – 1067) sürekli Türklerin tehdidine maruz kalan Malatya kent surlarini tahkim ettirdi.(1060 – 61) 1061 yilinda ise Istanbul’dan Malatya’ya gelen Ortodoks patrik, Ortodokslugu kabul etmemis olan Süryaniler ile Ermenilerin cezalandirilmasini ve sehirden çikarilmalarini emretti.

            Hem Süryanilerin hem de Ermenilerin Ortodokslugu kabul etmemeleri üzerine patrik, bunlarin kiliselerinde bulunan ve kutsal kabul edilen esyalarini yaktirdi.[11]

Yukarida verdigimiz iki örnek hadiseden de anlasilacagi üzere Malatya ve çevresinde bu dönemde hangi siyasi otoritenin hakim oldugu belli degildir. Özellikle 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Bizans yönetimi Malatya ve Antakya hattinin müdafaasini Ermeni asilli komutanlara birakti.

            Nitekim, imparator Romeon Diojen’in ölümünden sonra Malatya ve çevresinde egemen olan Philorete (Filaret) den sonra iktidari ele geçiren Ermeni Gabriel’de Selçuklu hükümdarlarindan hakimiyet mensurlari (belge/ferman) almak zorunda kalmislardir.[12]

            Çesitli siyasi otoriterler arasinda kalan, Malatyali Hristiyan ahali kendi dindas ve irkdaslarindan bile zulüm görmüslerdir. Bunlardan biri de Ermeni Gabriel’dir.

            Malatyali Ermeni ve Süryanilerin nefret ettigi bu adam Filoret’ten sonra Malatya’da hakimiyeti ele aldi. I.Kiliç Arslan 1095 yilinda Malatya’yi kusattiginda sehrin hakimi hala tüccarlari, din adamlarini çesitli bahanelerle  öldürmekten, kiliseleri soymaktan çekinmeyen[13] ve halkin büyük çogunlugunun nefretini kazanmis olan Gabriel’di. 18 Eylül 1102 yilinda Danisment Gazi Malatya’yi Türk – Islam hakimiyetine aldiginda Malatyali Ermeni ve Süryanilerin  durumunu yine bir Hristiyan tarihçi olan Abul Farac su ifadelerle vermektedir:”Ermeni Gabriel kötülügüne kötülük katiyor ve sehrin içinde yasayanlari insafsizca soyuyordu. Bunun üzerine askerlerinden ikisi ona kizarak sehri 1102 yilinin Eylül ayinin 18. günü Türklere teslim ettiler.”[14]

 

TÜRKLERIN, ISTILA YÖNETIMINDEN YERLESIK DEVLET YÖNETIMINE GEÇMELERI

            Basligimizdan da anlasilacagi üzere Türkler 11.yüzyilda Anadolu’ya yönelik fetihlerinde olaganüstü bir yönetim tarzi olan istila yöntemlerinden vazgeçip, yerlesik devlet yöntemlerine geçmislerdir. Uygulamalari, geçici istila yöntemi degil kalici siyasal otorite olarak tezahür etmistir.

            Ilk Türk istilasi, Bizanslilarla ve Haçlilarla savaslar, XI. asir sonlarindan XII. asir ortalarina kadar, Anadolu’da büyük tahribata ve bir çok yerlerin bosalmasina, üretim ve vergilerin müthis bir sekilde düsmesine sebep oldu. Bu devrede Türklerin çogu henüz göçebe oldugu için de Selçuklu Devleti yerli halka ve çiftçilere muhtaç bulunuyordu.[15]

            Müslüman Türk hükümdarlarinin artik istilaci ve yagmaci uygulamalari yerine, asayisi saglayan ve adalet dagitan yerlesik ve kalici devlet uygulamalarina geçtigini, Malatya’nin ele geçirilmesinden hemen sonra Danisment Gazi’nin yaptiklarindan çikarabiliriz.

            Ermeni Gabriel’in elinde büyük acilar çeken Malatya’nin Ermeni ve Süryani halki, fetihten sonra Danisment Gazi’nin adil yönetimine sahit oldular. Nitekim Malatyali Süryani tarihçi Abul Farac, Danisment Gazi’nin ahaliye karsi durumunu su sekilde vermektedir. “Danisment oglu bir kimsenin öldürülmesine müsaade etmeyerek bütün insanlari kendine saymis, herkesi evine göndermis ve kendi memleketinden(Sivas’tan) bugday, inek vesaire lüzumlu seyleri getirterek halka dagitmisti. Onun devrinde Malatya bir çok nimetlere nail oldu. O da buraya adi Basil olan birini kataban, yani vali olarak tayin etti, bu adam Allah’tan korkar ve insafli bir adamdi.”[16]

            Hristiyan yazarlar, benzer olumlu degerlendirmeleri I. Kiliç Arslan için de yaptigini görüyoruz.1106 yilinda Malatya’yi Danismentlilerden alan I. Kiliç Arslan halka hiçbir zarar vermedigini nakleden Abul Farac’i teyid eden Urfali Mateus; I. Kiliç Arslan’in 1107-8 yilinda Musul emiri Çavli ile yaptigi savasi kaybedip Habur irmaginda bogulmasi üzerine onun için “Sultan Kiliç Arslan bu büyük muharebede öldü ve Hristiyanlar onun için büyük matem tuttular. Çünkü o, her bakimdan çok iyi ve tatli bir zatti.”demektedir. [17]

            Hristiyan ahalinin memnuniyetini Mateus; I. Kiliç Arslan’in ölümü üzerine, Kiliç Arslan’in dul karisi Izabella [18] ile evlenip Malatya’ya hakim olan Artuklu Beyi Balak Gazi için de belirtmektedir. Mateus, Balak Gazi için:”Franklar onun ölümünden dolayi büyük sevinç duydular, fakat onun idaresindeki bütün memleketlerin halki kara bir matem içine düstü. Çünkü o, kendi hakimiyeti altinda bulunan Ermenilere sefkat ve merhamet göstermisti.”demektedir.[19]

            Balak Gazi’nin ölümünden sonra Malatya’da bas gösteren asayissizlige, Türkiye Selçuklu Sultani Mesut ile müdahale ederek (1124) ahalinin gönlünü fetheden Danismentli Emir Gazi’nin Malatya’daki uygulamalari da Müslüman Türk hükümdarlarin, hakimiyet altinda tuttuklari Hristiyanlara karsi tutumunu göstermesi açisindan dikkat çekicidir.

            Uzun süren kusatmadan sonra, Abul Farac’in tabiri ile “Mezardan çikmis bir hali vardi.”dedigi Malatya halkina teselli veren Emir Gazi, “çiftçilere tohumluk bugday dagitti ve her taraftan koyunlar ve davarlar getirtti. Bu sayede sehir yeniden dirilmeye basladi.”[20]

            Emir Gazi’nin adil ve tarafsiz tutumu bununla sinirli degil. Ölümünden önce bir kadin daha alip dügününde Malatya halkina sokaklari süslemelerini emretmisti. Bu senlikler sirasinda Müslüman bir Türk, Hristiyanlara hakaret maksadi ile haç üzerine oturunca Malatya valisi onu cezalandirdigi gibi Melik Gazi’de onu sinir disina sürdürdü. Emir Gazi’nin bu tutumu, Türk – Islam hükümdarlarinin  Hristiyanlara karsi adaletine ve himayesine güzel bir örnek teskil eder.[21]

            Malatyali Hristiyanlarin durumunun daha iyi anlasilmasi için 1143 yili ve sonrasi gelismelere de bakilmasi gerekir.

            Melik Muhammed’in 1143’de ölümünden sonra Danismentli Beyligi parçalanmis, Türkiye Selçuklu Sultani I. Mesud, Malatya’yi ele geçirmek için arka arkaya iki defa kusatmis, fakat Bizans imparatoru Manuel’in Anadolu’ya girmesi dolayisiyla kusatmayi kaldirmak zorunda kalmistir. Sultan, ikinci kusatmayi kaldirip geri çekilirken, üretimi arttirmak amaci ile Malatya Hristiyan halkindan bir kismini kendi topraklarina iskan etmek amaciyla beraberinde götürmüstür.

            Benzer bir iskan yönetiminin, II. Kiliç Arslan tarafindan 1172 yilinda Malatya’nin kusatilmasi sirasinda tekrarlandigini görüyor.

            Türkiye Selçuklu Sultani, 1172 yilinda Malatya’yi kusatmis ancak o da I. Mesut gibi basarili olamayinca bölge halkindan 12.000 kisiyi alip Kayseri’ye götürdü ise de kendisine karsi Anadolu’da ve Suriye bölgesinde muhalif bir cephe olusunca Nurettin Mahmud’un istegi dogrultusunda halkin tekrar Malatya’ya dönmesine müsaade etti.

            Her iki hükümdarinda benzer bir iskan siyaseti uygulamis olmasinin nedenini o günkü sartlarda Anadolu’daki sosyal duruma ve üretim ekonomilerine bakilmasi gerekir.

            11. yüzyilda ve 12. yüzyilin baslarinda devam eden savaslar Anadolu’da özellikle tarima dayali ekonomiyi alt-üst etmisti. Buna bir de Türklerin henüz büyük çogunlugunun göçebe hayat yasadiklarini ve yerlesik hayata geçip toprakla istigal etmedikleri dikkate alinacak olursa Türk hükümdarlarin neden topragi islemek için Hristiyan halki topraklarina iskan ettikleri daha iyi anlasilacaktir.[22]

            Haçlilarin Urfa Kontu Joscelin’in; Danismentli Aynüddevle’nin idaresinde bulunan Malatya ve Hisn-i Mansur (Adiyaman) bölgelerine akinlarda bulunarak manastirlardan zorla altin toplamasi, Malatya’da bulunan Bar Savma (Barsuma) manastirini isgal edip, içinde bulunan bugday, sarap, yag ve giyecegi yagmalamasina[23] karsin, Selçuklu hükümdarlarinin Anadolu’da, siyasi ve askeri çatismalardan dolayi üretimin durma noktasina geldigi bir ortamda yukarida vermis oldugumuz iskan siyasetini mazur görmemiz için yeterince sebebimiz olabilir.

 

MALATYA’DA HRISTIYAN CEMAATIN ALTIN YILLARI

            Müslüman Türk hükümdarlarin, Hristiyan ahaliye olan tutumlarini yukarida verdigimiz örneklerle ortaya koymaya çalistik. Ancak 25 Ekim 1178 tarihinde kesin olarak Türkiye Selçuklu hakimiyetine geçen Malatya’da, hristiyan cemaatin Türk hükümdarlari nezdinde ki itibari, millet-i hakime olan Müslüman ahaliyi bile kiskandiracak duruma gelmis olmasi dikkat çekicidir.

            Dönemin kaynaklari, II. Kiliç Arslan’in, tebaasina karsi bir baba sefkati ile yaklastigini, özellikle Hristiyan topluluguna karsi son derece müsamahakar davrandigini ve dini özgürlükler konusunda çagdas demokrasilerde bile görmeye alismadigimiz uygulamalari ile bilinmektedir.

Türkiye Selçuklu Sultani II. Kiliç Arslan, 1180 - 1181 yilini Malatya’da geçirdi. Malatya’da iken sehrin imari ile ilgilendi ve surlari tamir ettirdi.[24] Tarihi kayitlarin, bir entellektüel olarak gösterdigi Sultan Kiliç Arslan, Malatya’da iken sehrin Süryani Patrigi Mihail ile tanismistir. Onunla bir takim dini ve felsefi tartismalar yapmis ve onunla dostluk kurmustu. Hatta Malatya’dan ayrildiktan sonra 1182 yili içerisinde Uluburnu, Kütahya ve Eskisehir yöresinde çok önemli yerleri fethedince, Malatya’da dostluk kurdugu Süryani Mihail’e bir mektup (fetihname) gönderdi. Mektubuna: “Kapadokya, Suriye ve Ermenistan’in Büyük Sultani Kiliç Arslan’dan, Barsuma manastirinda oturan sultanimizin dostu, bize dua eden ve devletimizin zaferlerinden memnun olan patrige...” diye söze baslamistir. [25]  Sultan Kiliç Arslan’in 1182 ve 1183 yilinda Malatya’ya yeniden geldigi kaydedilmektedir.

“Süryani Mihail Vekayinamesi” adi altinda önemli bir tarih eseri de olan Malatyali Patrik Mihail’in verdigi bilgilere göre “Malatya’ya gelisinde onun ve Müsüman alim ve filozoflarin katilimiyla huzurunda dini ve felsefi tartismalar yaptirirdi. Bu hristiyan alimine göre Sultan daima yaninda Kemaleddin adli bir filozof bulundururdu. Malatya’ya gelince patrige dostane bir mektup, ruhani bir âsâ ve altinlar göndermisti. Ayrica Barsuma manastirina üç emir ile birlikte bir kita asker göndermis, Patrik Mihail’i davet etmis ve gelisinde onu bizzat karsilamisti. Islam ananesine aykiri olmasina ragmen onu elinde Incil ve haç bulundugu halde kabul edecegini bildirmisti. Böylece Mihail ve maiyeti haçlari mizraklarin ucunda kaldirarak ve dini sarkilar (ilahiler) söyleyerek Sultan’in huzuruna çiktilar. Sultan, patrigin elini öpmesine müsaade etmeden kendisini kucakladi. Onunla dini meseleler ve Kitab-i Mukaddes üzerine konustular. Hatta Patrik Mihail’in rivayetine göre dini bahislere girisince Sultan’in gözlerinden yaslar gelmeye basladi. Bu sohbetten çok memnun olan hristiyanlar kiliseye giderek sultan ve milleti için dua ettiler. Kiliç Arslan, Malatya’ya son gelisinde bir ay kaldi. Ikameti esnasinda patrige çesitli sualler sormus, hediyeler göndermis ve Barsuma manastirini vergiden affeden bir de ferman vermisti.[26]

            Selçuklu Sultanlarin, hristiyan cemaatine karsi olumlu hislerini ve uygulamalarini XII. yüzyilda da sürdürdüklerine sahit oluyoruz.

            Bunun en uç örnegini, Alaeddin Keykubad devrinde rastliyoruz. Türkçeden baska Arpça, Farsça ve Rumca’yi iyi bilen Türkiye Selçuklu Devletinin en kudretli hükümdari Alaeddin Keykubad, rivayete göre, Malatya’da Ibni Keraya adinda bir Süryani tabip , sultanin yakin dostu idi.Tipta iyi alim olmadigi halde Alaeddin Kekubad hükümdarlarin hayati, devrin sahislari hakkinda bilgisi, güzel sohbetleri ve iyi Rumcasi dolayisiyla onu yanindan ayirmazdi. Sultan 1235 yilinda Harput’u almak için Malatya’dan hareket edince adi geçen bu tabip yaninda degildi. Bir saat bile ayriligina dayanamayan Alaeddin geceyi Firat üzerinde geçirirken kayikçilarin reisine, “tabip sabahleyin gelirse onu geçir, geç gelirse geçirme” diye talimat verdi.Tabip ikindi vakti gelince kayikçi reisi sultanin emrine uyarak geçisine müsaade etmedi.Tabip bu duruma o kadar içerlemis olmali ki  geri döndü ve zehir içerek öldü.[27]

            Sultanin dostlugunu kaybetmektense ölümü tercih eden Malatyali Süryani doktorun bu hikayesini yorumlamayi bir tarafa birakacak olursak, Türkiye Selçuklu Devletinin Mogol istilasina maruz kaldigi bir dönemde bile Müslüman – Hristiyan dayanismasinin örneklerine rastlanmaktadir.

            1243 Kösedag muharebesinde Türkiye Selçuklu ordusunun Mogol kuvvetleri karsisinda maglup olmasi üzerine, Malatya valisi Resideddin, henüz bir Mogol isgali gözükmeden bir gece önce adamlarini ve sehrin hazinelerini topladi ve sehrin kapilarini açik birakarak gizlice Halep’e kaçti.

            Onun ayrilmasi üzerine Malatya hükümetsiz kaldi. Sehrin Müslüman ve Hristiyan halki ahidleserek ve anlasarak mahalli bir idare kurdular. Her iki taraf anlasarak sehrin basina  uyanik ve zeki biri olan Süryani patrik Angur’u vali olarak tanidilar.

            Surlara ve kapilara muhafizlar tayin ederek Malatya’yi eskiya ve tecavüzlerden korumaya çalistilar.[28]

            Yukarida neredeyse tümüyle Hristiyan kaynaklarina dayanarak Malatya özelinde Müslüman – Hristiyan iliskilerini incelemeye çalistik.

            1000 yillarindan 1243 yilina kadar Malatya bölgesini baz alarak ve kaynaklara dayandirarak verdigimiz bu dönem, yaklasik 250 yillik bir zamani kapsamaktadir. Bu 250 yillik bir süre zarfinda Anadolu hakimiyetini gerçeklestirmeye çalisan Müslüman Türk hükümdarlarin, Bizans’in ve hatta yerli egemen Ermeni Beylerin zalimane, baskici ve asimilasyoncu uygulamalarina karsi, Türk hükümdarlari Ermeni ve Süryani cemaatine karsi son derece hosgörülü davranmislardir.

            Eger bu süre zarfinda gerçekten Hristiyanlara yönelik baski ve zulüm olarak anlasilabilecek örnekler olmus olsaydi bu bilgiler özellikle Hristiyan kaynaklar tarafindan mutlaka kayit altina alinirdi.

            Arastirmamizda kaynak olarak kullandigimiz referanslara bakilacak olursa, özellikle üç isim öne çikmaktadir. Bunlar: Süryani Mikhail, Abul Farac ve Urfali Mateos’tur. Bu her üç isminde Hristiyan tarihçi kimligine sahip oldugu görülecektir.

 

HÜKÜMDARLARIN YAKLASIMI VE BIZE KALAN MIRAS

            Peki, Müslüman Türk hükümdarlari neden Müslüman ahaliyi bile kiskandiracak derecede Hristiyan cemaatine yakin durmuslardir? Dogrusu bu merak konusu olabilir.

            Bu sorunun cevabini, yukarida yaptigimiz gibi yine Hristiyan kaynaklarina dayandirmak suretiyle cevaplandirmaya çalisalim.

            12. yüzyilin sonlarinda bir Roma(Bizans) karsiti olan Teodor Balroman “Insan ruhuna saygi duyan Türklere itaat etmenin, insan ruhunu tehdit eden Franklara itaat etmekten daha iyidir.” Demek suretiyle sorumuzun cevabina kapi aralamaktadir.[29]

            Selçuklu ve Danismentler döneminde Malatya’da cami ve medreselerin yaninda kilise ve manastirlarin yapimina da izin verildigini bir yana koyup II. Kiliç Arslan’in yakin dostu ve ayni zamanda Hristiyan birligi yanlisi olarak da bilinen Suriyeli Mikhail, Türklerle ilgili su degerlendirmeyi yapmaktadir. “Türklerin kutsal törenler hakkinda herhangi bir bilgisi yoktur. Rezil ve sapkin bir halk olan Rumlarin(Bizansli) aksine kisilerin inançlarini sorgulama adetleri olmadigi gibi, bu sebeple kimseyi de cezalandirmazlar”[30] demektedir.

            Kaldi ki Müslüman Türk hükümdarlarin bir kismi Hristiyan kadinlarla evli olduklarini ve bunlarin bir kisminin din degistirmeden Selçuklu saraylarinda anne olduklarini[31] not edersek sanirim Müslüman – Hristiyan iliskileri biraz daha iyi anlasilacaktir.

            I. Giyaseddin Keyhüsrev’in ve II. Giyaseddin Keyhüsrev’in anneleri Rum asilli idi. II. Kevkavus’un dayilari da yine Hristiyan idi.[32] Türkiye Selçuklu Sultanlari ne zaman kendi aralarinda iktidar mücaledesine girisseler savasi kaybeden Melik’in, Suriye’ye, Mezapotamya Müslümanlarina hatta hükümdarlari Türk olan Iran bölgesine degil de Bizans’in baskenti Istanbul’a hatta Kilikya Ermenilerine siginmalari da yine Hristiyan dünyasina olan yakinliklari ile açiklanabilir.[33]

            Müslüman – Hristiyan iliskilerinin olumlu yansimalari ve birlikte yasama hukukunu, yaklasik 250 yillik Türkiye Selçuklu dönemi ile sinirlandirmak süphesiz ki eksik olur.

            Malatya’daki Hristiyan ahalinin durumu, her ne kadar 1243 Kösedag maglubiyetinden sonra Mogol – Ilhanli idaresinde bazi sikintilarla gündeme geldiyse de Memlük dönemi ve Osmanli döneminde yeniden huzura kavusmuslardir.

            1317 yilinda Ilhanlilar tarafindan Anadolu genel valiligine atanan Timurtas’in; geçici bir süre Malatya dahil Anadolu genelinde uygulamaya koydugu ve Hristiyanlarin belli kiyafetleri giymelerini zorunlu kilan dönemi bir tarafa birakacak olursak, hristiyanlarin durumunda olumsuz bir gelisme yasanmamistir. Hatta söylenebilir ki Mogollarin gözdesi özellikle Ermeniler olmustur.[34]

 

SONUÇ

Osmanli döneminde Malatya bölgesindeki Ermeni ve Süryani hristiyanlarin durumunu ileriki sayfalarimizda yeri geldikçe kaynaklar isiginda yakin markaja almaya çalisacagiz. Ama sunu rahatlikla söyleyebiliriz ki; 19. yüzyilin sonlari ve 20. yüzyilin baslarinda yasanan talihsiz olaylari saymaz isek Selçuklu ve Osmanli dönemi dahil yaklasik 1000 yil boyunca, Türk – Islam idaresindeki Hristiyanlarin durumu, 21. yüzyilin asimilasyoncu ve otoriter rejimlerin rehabilitasyonu için mutlaka arastirilip projelendirilmelidir. Özellikle din hürriyeti ve tahammül kültürü noktasinda çagdas rejimlerin ihtiyaç duydugu çok ciddi toplumsal baris projelerini hazinesinde sakladigini düsünüyorum.

            19. yüzyilin sonlari 20. yüzyil baslari hariç yaklasik 1000 yillik bir süreci, özellikle Türkiye Selçuklu dönemini kaynak göstermek suretiyle, Malatya özelinde Müslüman – Hristiyan iliskilerini ele almaya çalistik.

            Ülkemizde son zamanlarda özellikle misyonerlik faaliyetleri temel bir sebep olarak alinarak Hristiyan Türk vatandaslarina yönelik islenen cinayetler, derin hesaplardan aranmasi gerekirken kimi Türk dindar ve milliyetçi unsurlarin bu cinayetlerin islenmesinde etkili oldugu yönündeki tespitlerin bir yanilsama oldugu bilinmelidir. Ancak sunu hemen ifade edelim ki Türkiye’de kimi dini ve milliyetçi çevrelerin de böyle bir kanaatin olusmasinda bilerek ve bilmeyerek katki sagladiklari degerlendirmesi yapilmaktadir.

            Bilmeyerek katki saglayan kesimlere diyecegimiz bir sey olamaz, anacak bunu bilerek böyle bir kanaatin olusmasina katki saglayanlar, bilmelidirler ki ideolojik bakis açilarini temellendirdikleri ve “aidiyet”lerini borçlu olduklari Islam ve Türk – Islam tarihi mirasin içerisinde onlari hakli çikaracak hiçbir delile rastlanmaz.

            Farkli din ve etnik unsurlara yönelik söylemlerde kimi dini ve milliyetçi unsurlarin, birlestirici, toparlayici ve uzlastirici bir yaklasim yerine ayristirici, ötekilestirici ve merkezden uzaklastirici bir söylem ve eylem gelistirmeleri tam anlamiyla tarihsel mirasin tersyüz edilmesidir.

            Söz konusu bu çevreler ister Islam öncesi Türk kültür envanterinden beslensinler ister Islam ve Türk – Islam döneminden beslensinler veya her iki dönemden beslensinler, Islam-Türk kültür mirasinin hiçbir evresinde kendilerini hakli çikaracak bir bilgiye ulasamazlar.

            Tam tersi, Islam öncesi Orta Asya merkezli Türk siyasal otoriteler kendi sahalarinda çok farkli etnik ve inanç gruplarini yönettiler

            Arap – Islam medeniyetinin 10. ve 11. yüzyilda inkiraza ugramasi üzerine 9. 10. ve 11. yüzyilda devreye giren Müslüman Türk unsurlari, öncelikle Türkistan, Iran, Mezopotamya ve Anadolu olmak üzere çok genis bir cografya üzerinde Türk – Islam medeniyetini insaya giristiler.

            Yukarida verdigimiz örneklerde de anlasilacagi üzere Türkler, göçebe bir yasam geleneginden gelmelerine ragmen dogasi geregi farkli din ve etnik unsurlari içeren kent merkezli medeniyet olgusunu basariyla gelistirdiler. Selçuklu ve ardindan gelen Osmanli dönemi bunun en açik delilidir. Ilk deneyimini Türkistan ve Iran kültür havzasinda gerçeklestiren söz konusu bu unsurlar, 11. yüzyildan sonra Türk – Islam eksenli medeniyetin ana karargahini Anadolu’ya tasidilar.

            Çok genis bir cografya üzerinde, yaklasik 1000 yil boyunca farkli etnisiteleri ve inanç gruplarini çok az problemlerle 19. yüzyilin sonlarina tasiyan bir gelenegin ve birikimin mensuplari, bugün bu koca mirasi yeniden devsirip Osmanli hinterlandi ile yeniden bulusturmayi hedef olarak koymak yerine elde kalan Anadolu cografyasini bile yönetemeyecek bir basiretsizligi ortaya koymalarinin izahi olamaz.

            Hangi toplumsal kesimden gelirse gelsin, hangi siyasi ve ideolojik damardan geliyorsa gelsin bugün farkli din, mezhep ve etnik gruplari “ötekilestirici” ve merkezkaçi hizlandiracak eylem ve söylemde bulunuyorsa bilmelidirler  ki, bu öldürücü bir hatadir.

           



[1] Prof. Dr.Osman TURAN, Selçuklular Zamaninda Türkiye,Bogaziçi Y. Ist. 2002, s. 236

[2] Claude Cahen, Osmanlilardan önce Anadolu, Tarih vakfi yurt y. 2002. Ist.s. 161

[3] Prof Dr. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk Islam medeniyeti, s. 350

[4] Urfali Mateos, Vekayiname, s.146

[5] Urfali Mateos, a.g.e.s.171

[6] U. Mateos, a.g.e.s.172

[7] Mateos, a.g.e.s. 181-182

[8] Malazgirt savasindan sonra Malatya, Bizans’tan bagimsiz hareket eden komutanlarin eline geçti. Nitekim Romen Diyojen’in ölümünü takip eden yillarda komutanlarindan philorete(filaret/filaretos), Bizanslilar tarafindan silahlandirilarak Türklere karsi Malatya – Antakya hattinin müdafasina memur edildi.

Filaret, Bizans’taki karisikliklardan istifade ile Malatya, Raban, Antakya ve Urfa sehirlerini içine alan oldukça büyük bir Ermeni Beyligi kurdu – Abdul Farac, a.g.e. C.I.S.331

[9] U. Mateos, a.g.e.s. 147. Minsar ya da Masara olarak geçen bu kale ile ilgili daha önceki sayfalarimizda genis bilgi verilmistir.Fileratos’un koca bir beylik cografyasindan Malatya’daki Misar/Masara kalesini yerleske olarak seçmesi bu yerin önemini gösterir.

[10] Urfali Mateos, a.g.e.s.107 – 106; Mehmet Ersan, Selçuklular Zamaninda Anadolu’da Ermeniler, TTK.2007.s.26

[11] Mehmet Ersan, Selçuklular zamaninda Anadolu’da Ermeniler,(Süryani Mikhail, II.s.23)T.T.K. 2007, s. 72 - 73

[12] Süryani Mikhail, Gabriel’in, hanimini Bagdat’a gönderip halifeden Malatya’yi kendisine tevdi eden bir ferman aldigini kaydetmektedir.(Bkz.II.s.37)Ancak bu dönemde siyasi hakimiyet Büyük Selçuklularda oldugundan, Gabriel’in sultan Meliksah’i devre disi birakmasi pek ihtimal dahilinde degildir.- M. Ersan, a.g.e.s. 73. Dip. 309

[13] Abul Farac, I.s. 336 – 337

[14] Abul Farac, a.g.e.s.I.s. 342

[15] Prof. Dr. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk – Islam Medeniyeti, Ötüken, 2003, s.349

[16] Abul Farac, a.g.e.s.342; M. Ersan, a.g.e.s.76 (Süyani Mikhail, II. S.43)

[17] Urfali Mateos, a.g.e.s. 231; Abul Farac, a.g.e.s. 345

[18] Bu kadinin Hristiyan olabilecegi görüslerin yaninda Ayise Hatun adiyla Müslüman oldugu görüsler de vardir – Urfali Mateos, a.g.e.s. 282. Dip.160

[19] Urfali Mateos, a.g.e.s. 278

[20] Abul Farac, a.g.e. c.II. s. 359

[21] O. Turan, Selçuklular Zamaninda Türkiye, s. 172; M. Ersan, a.g.e.s. 77

[22] Prof. Dr. O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk Islam Medeniyeti, Ötüken, 2003, s. 349; M. Ersan, a.g.e.s. 78 - 79

[23] Abul Farac, a.g.e.s. 387; O. Turan, Selçuklular Zamaninda Türkiye s. 187; M. Ersan, a.g.e.s. 78

[24] Abul Farac, a.g.e., Cilt: 2, s.426; Islam Ansk. Malatya Maddesi

[25] Süryani Mihail, Osman Turan, a.g.e., s.214-215

[26] O. Turan, a.g.e.s. 230-231; Orhan Tugrulca, Malatya Siyasi Tarihi 2007.s. 286-287; M. Ersan, a.g.e.s. 80

[27] O. Turan, a.g.e.s. 391-92

[28] Abul Farac, a.g.e.s. 543; O. Tugrulca a.g.e.s. 349

[29] Claude Cahen, a.g.e.s. 166

[30] C. Cahen, a.g.e.s. 171

[31] Pof. Dr.O. Turan, Selçuklu Tarihi ve Türk Islam Medeniyeti, s. 350; Claude Cahen, a.g.e.s. 162

[32] O. Turan, Selçuklular Zamaninda Türkiye, s. 493; C.Cahen, a.g.e.s. 162

[33] C. Cahen, a.g.e.s. 169

[34] C. Cahen, a.g.e.s. 316-318 







E-Posta Listesi

Günün SÖZÜ

 
Bilgi Yolu Eğitim Kültür ve Sosyal Araştırmalar Merkezi
© 2009-2024 - Tüm Hakları Saklıdır. Bilsam.Org | Sistem:UmutDenizi Web