Bilsam Logo

Bilgi Çaginda Egitim

Bilgi Çaginda Egitim | Bilgi Yolu Egitim Kültür ve Sosyal Arastirmalar Merkezi | Bilsam.Org

       Daha iyi bir dünya için çalismayan insan, insan degildir (Bir tapinak yazisi).

Egitim, degisim sürecindeki bir toplumun en önemli, en stratejik ve en belirleyici unsurudur. Ülkemizde, egitim konusunda ciddi sikintilarin, risklerin ve bunun yani sira önemli firsatlarin yasandigi bir dönemden geçiyoruz. Egitim konusu, evler, sokaklar ve ülke bazinda en çok konusulan tartisilan, elestirilen, en çok sorgulanan ve bunun yani sira kendisine en çok umut baglanilan olgularin basinda geliyor.

Bugün egitim sistemimizle ilgili en temel sorunlardan biri, Türkiye’nin tüm kurumlarini ve paradigmalarini sanayi toplumunun hatta yer yer tarim toplumunun tercihleri çerçevesinde olusturmus olmasidir. Hâlihazirda egitim sistemimizin önündeki en acil sorun, tarim ve sanayi toplumu için ortaya konan egitim hedeflerinin bilgi çagini dikkate alarak yenilenmesi sorunudur. Okuryazar nüfusu arttirmak üzerine kurulu bir sistem olan mevcut sistem, bu islevini önemli oranda yerine getirmistir ve artik günümüz toplumunun gerektirdigi üretken, analitik düsünen ve rekabete açik insanlarini yetistirecek sekilde yeniden Formatlanmalidir. Bu anlamda, milli egitim müfredatinda yapilan degisiklikler önemlidir.

Hz. Ali, “Çocuklarinizi sizin yasadiginiz çaga göre degil, onlarin yasayacagi çaga göre yetistirin” demektedir. Bu söz günümüz dünyasi için çok daha anlamli hale gelmistir. Zira son birkaç on yildir dünyada bas döndürücü bir degisim yasanmaktadir. Hatta insan, toplum, çevre ve teknoloji iliskilerinde son elli yilda yasanan degisimin, geçmiste yasanan degisimlerin toplamindan daha fazla oldugu tahmin edilmektedir. Günümüzün egitimcileri ve egitim kurumlari yetistirdikleri çocuklarin, gençliklerini ve yetiskinliklerini 2020’li, 2030’lu yillarda yasayacaklarini dikkate almalidirlar.

Bugünün dünyasinda yasayan insanlar olarak çok büyük bir degisim ve dönüsüm olgusuna da taniklik ediyoruz ayni zamanda. Çok muhtemeldir ki, bu degisim hizi en azindan bir süre daha aynen devam edecek gibi görünüyor, belki daha da hizlanacak. Dolayisiyla bu çagin insanlari olarak bizler, bu degisim olgusunu en iyi sekilde anlama, anlamlandirma ve ona uygun modeller, yöntemler ve paradigmalar gelistirme gibi bir sorumlulukla karsi karsiyayiz.

Dünyada yasanan bu degisime paralel olarak bilgi üretim hizindaki artis, ezbercilige yöneltilen elestiriler, tek tip insan yerine, düsünen, tartisan, üreten insanlarin yetistirilmesi yönündeki egilimler, insanlari, toplumlari ve ülkeleri egitim üzerinde yeniden düsünmeye sevk etmekte ve alternatif egitim arayislarina yöneltmektedir. Bu yüzden, Nasil bir egitim? Nasil bir ögretim? sorulari son yillarda her zamankinden daha çok sorulur olmustur.

Tarim Toplumundan Bilgi Toplumuna Degisimin Anatomisi

Dünya bilinen yaklasik son bes-on bin yillik tarih içinde sosyo-ekonomik açidan üç önemli dönem geçirmistir. Bunlar; tarim dönemi, sanayi dönemi ve bilgi çagi olarak adlandirilabilir. Bu dönemleri pre-modern, modern ve post modern dönemler olarak da tanimlayabiliriz.

Tarim dönemi en uzun süren dönemdir. Bu dönem, en azindan bilinebilen kismiyla yaklasik bes bin yil sürmüstür. Sanayi dönemi yaklasik 200 yil sürmüstür. Bilgi çaginin ise yeni basladigi söylenebilir.

Tarim döneminde en anlamli ve en degerli kaynak toprak, en islevsel araç saban iken, bunlar sirasiyla sanayi çaginda sermaye ve makine, bilgi çaginda ise bilgi ve bilgisayar olmustur. Tarim döneminde beden gücü, sanayi döneminde ise kol gücü daha önemliyken, bilgi çaginda beyin gücü merkezi bir konuma yerlesmistir. Tarim döneminde tarla isçiligi, sanayi döneminde ise fabrika isçiligi (proleterya) yayginken, bilgi çaginda bilgi isçiligi (kogniterya) baskin hale gelmistir.

Tarim döneminde sadece gida ürünleri agirlikli nesne üretimi söz konusuyken, sanayi döneminde makine agirlikli nesne üretimine hizmet üretimi de eklenmistir. Bilgi çaginda ise nesne ve hizmet üretimine yazilim (software) üretimi dahil edilmistir.

Tarim döneminin en zenginleri toprak sahipleriyken, sanayi döneminin en zenginleri fabrika sahipleri olmustur. Bilgi çaginin en zenginleri ise en bilgililer ya da bilgi alaninda çalisanlar olmustur. Dünyanin en zengin adami seçilen, Microsoft’un sahibi Bill Gates belki de bunun ilk örnegini olusturmustur.

Tarim döneminin en yaygin yönetim sekli monarsi (krallik, sultanlik, padisahlik vs), iken, sanayi döneminde Cumhuriyet ve Demokrasiler yayginlasmistir. Bilgi çaginda ise bunlara katilimcilik, çogulculuk, yerinden yönetim ve federalizm gibi yaklasimlar eklenmistir.

Tarim döneminde dünyanin etrafini bir kez dolasmak için birkaç yil gerekiyorken, (Macellan bu isi üç yilda yapabilmisti (1519–1522)), sanayi döneminde cesur bir seyyahin karayolu, demiryolu ve buharli bir gemiyle dünyanin etrafini dolasmasi için 80 gün yeterli olmustu (80 Günde Dünya Turu, Jules Verne). Günümüzde ise bunun artik birkaç saatte mümkün oldugunu biliyoruz.

Tarim döneminde dünyada var olan toplam bilginin kendini ikiye katlama süresi tahminen 1000 yil iken, sanayi döneminde bu süre100 yila inmistir. Bilgi çaginda ise 1 yil hatta daha az oldugu tahmin edilmektedir.

Tarim döneminde bir ülkenin gücü, sahip oldugu topraklarinin ve ordusunun büyüklügüyle ölçülürken, sanayi döneminde teknolojisi, silah üstünlügü ve milli geliriyle ölçülür olmustur. Bilgi çaginda ise bunlara bilgi üretim kapasitesi ve nitelikli insan gücü de eklenmistir.

Sorunlar ve Sorumluluklar

Ülke olarak biz tarim toplumundan sanayi toplumuna geçmeye çalisirken, dünyada birçok ülke, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçisini tamamlamis bulunmaktadir. Türkiye de bir an önce gerekli eksikliklerini gidererek bir taraftan sanayi çagi altyapisini tamamlarken, diger taraftan da bilgi çagina uyum islemlerini hizlandirmalidir. Hatta ikisi beraberce mümkün olmuyorsa, sanayi çagini tamamlama gayretlerinden vazgeçerek, yani sanayi çagini atlayarak, iyi bir projeksiyonla kendini bilgi çaginin gereksinimlerine göre yeniden yapilandirmalidir. Zira bilgi ve iletisim teknolojileri gibi alanlar sanayi açisindan çok güçlü olmayan ülkelere bile günümüzde ciddi firsatlar sunmaktadir. Hindistan, Pakistan, G. Kore, Iskoçya, Irlanda ve Finlandiya gibi ülkeler bunun örnekleridir. Uçak yapip satacak düzeye gelmek on yillar gerektirebilir fakat bilgisayar, yazici, telefon, faks, tarayici, ATM cihazi vs bilgi - iletisim teknolojisi ürünler üretip satmak günümüz sartlarinda çok zor olmaktan çikmistir.

Bu anlamda Türkiye, mekanik teknolojiden çok dijital teknolojiye, klasik sanayi yatirimlarindan çok bilgi ve iletisim teknolojilerine, nesne üretiminden çok hizmet ve yazilim üretimine agirlik veren bir ülkeye dönüsmeli ve egitim sistemini de buna göre sekillendirmelidir.

Tüm ulusal ve uluslar arasi arastirmalar egitimimizdeki durumun, hiç de iç açici olmadigini göstermektedir. Mesela OECD tarafindan yürütülen ve 40 ülkeden 250 bin ögrencinin katildigi uluslararasi ögrenci perFormansi degerlendirme arastirmalarinda (PISA), Türkiye her seferinde son siralarda yer almaktadir. Son yillarda egitim alaninda çok seyler yapilmasina ragmen bu çabalar bir türlü somut bir kazanima ve isleyen bir sisteme dönüstürülememektedir.

Birçok egitimcinin de vurguladigi gibi, egitim sistemimizin bugünkü sorunu, yaptigini dogru sekilde yapamamak degil, dogru olani yapmamaktir. Simdiye kadar yapilanlar en iyi sekilde yapilsa dahi sorunlar çözülemeyecektir. Bu anlamda belki de yapilmasi gereken sey, daha önce yapilanlarin daha iyi nasil yapabilecegimizi düsünmek degil, egitim sistemimizde ne yapilmasi gerektigine yeni bastan karar vermektir.

Egitim kurumlarimizdan mezun olan çocuklar ve gençler merak duygusu, okuma aliskanligi, ilim sevgisi, sözlü ve yazili anlatim yetenegi, kisilik gelisimi ve üretkenlik gibi nitelikler açisindan bir türlü istenilen seviyeye getirilememektedir.

Yapilan arastirmalarda üniversite ögrencilerimizin kendi dillerini birkaç yüz kelimeyle konustugu görülmektedir. Böyle bir zihnin dünyayi tanimasi, algilamasi ve anlamlandirmasi mümkün degildir. Bu anlamda, L. Wittgenstein’in “Dilimin sinirlari dünyamin sinirlaridir” sözü oldukça manidardir. Dilinizin sinirlari ne kadar genisse, ne kadar çok kelime, kavram, deyim ve olgu biliyorsaniz, kaç dilde konusup yazabiliyorsaniz, sözlü ve yazili anlatim yeteneginiz o oranda gelisecek ve dünyanizin sinirlari da o oranda genisleyecektir.

Oysa geçmisimize söyle bir baktigimizda, kendi medeniyet havzamizda ve kültür dünyamizda bilginin daima önemsendigini görürüz. Dünyada yaklasik bin yil boyunca insan adina, esya adina, bilim, sanat, kültür ve medeniyet adina, anlam ve deger adina ne söylenmisse bizler tarafindan söylendigi bir gelenekten geliyoruz. Bu gelenekte, ilim elde etmek için günlerce deve sirtinda yolculuk yapan, yikilan kitaplarinin altinda can veren, kitap okurken uyumamak için saçini duvara baglayan âlimler, bilginler var. Kusattigi sehre karsilik fidye olarak el yazmasi kitaplari isteyen yönetici ve komutanlar var. Âlimin atinin ayagindan kaftanina siçrayan çamuru onur kabul eden devlet adamlari var. Komsusu siftah etmeksizin kendisi siftah etmeyen esnaflar var.

Elbette ki karamsar tablolar çizmemek lazim, hatta ümitvar olmak için azimsanmayacak kadar nedenimiz var. Fakat bunun yani sira, bunca imkâna ragmen hala ne Farabi ve Ibni Sina’yi asan bir düsünürümüz, ne Mevlana, H. Bektas-i Veli ve Y. Emre’yi asan bir gönül adamimiz, ne de Dede Efendi ve Itri’yi asan bir müzik adamimiz var. Biruni ve Harezmi’yi asan bir matematikçimiz, Mimar Sinan’i asan bir mimarimiz, Evliya Çelebi’yi asan bir seyyahimiz, Nasrettin Hocayi asan bir nüktedanimiz, Sati Bey, Emrullah Efendi, M. Akif ve Ziya Gökalp’i asan bir egitimcimiz olmadigi gibi? Bu hususta çok temel bir sorunla karsi karsiya oldugumuz açiktir.

Toplum olarak, yasam biçimi açisindan göçebelikten, iletisim biçimi açisindan sözellikten, toplumsal yapi açisindan ise kolektivizmden gelen bir yapiya sahibiz. Sözü yaziya; konusmayi, tartismayi, sohbeti ve siiri ise düsünmeye, okumaya ve yazmaya tercih ediyoruz. Deli olma korkusuyla okuma ve düsünme melekemizi, basimiza is açma korkusuyla ise merak duygumuzu körelten bir toplumsal kültüre sahibiz. Bu kültür, bir deliye kirk gün akilli diyerek akilli olmasini degil, bir akilliya kirk gün deli diyerek deli olmasini saglamanin yolunu gösteriyor. Üniversitede çok çalisanlarimiza ‘inek’ diyor, entelektüel bir çaba ve merak içinde olanlarimiza ‘entel’ ön adli sifatlar yakistirarak alay konusu ediyoruz. Açiktir ki, böyle bir ortamda, bu gibi bir toplumsal Formasyonda ögrenme istegi, merak duygusu, okuma aliskanligi, ilim sevgisi ve analitik düsünme gibi melekelerin gelismesi oldukça zor olacaktir.

Oysa rahmetli bilge kral A. I. Begoviç’in dedigi gibi “Bir medeniyet ancak teknoloji ve kültür ürettigi sürece yasar”. Yukaridaki paradoksu asmanin yolu; ülkemizde özgür ve analitik düsünceye, bireye, sivil topluma, farkliliklarimizla beraber birlikte yasama anlayisina daha çok önem vermek ve buna altyapi hazirlamaktan geçer.

Ülkelerin ve milletlerin gelecegi her seyden daha çok yetistirdikleri yetenekli ve sorumluluk sahibi gençlerin varligina baglidir. Bu anlamda, bedensel, duygusal, zihinsel ve entelektüel açidan gelismis, bunun yani sira Islam kültürünün manevi degerleri, Anadolu kültürünün yerel degerleri ve insanlik kültürünün evrensel degerleriyle donanmis bir nesil yetistirmek egitim sistemimizin, egitim kurumlarimizin, egitimci ve entelektüellerin en önemli görev ve sorumlulugu olmalidir.

Ögrencilere; ne düsüneceklerinden çok, nasil düsüneceklerini ögreten; bilgi ezberletmekten çok, bilgiye giden yollari gösteren; cevap vermekten çok, soru sorma yetisi kazandiran ve onlari çok yönlü ve çok boyutlu olarak gelistiren bir egitim ancak bilgi toplumunun gereksinimlerine cevap verebilir.

Yazimizi bu topraklarin yetistirdigi en önemli romanci ve entelektüellerimizden biri olan Kemal Tahir hakkindaki bir anektodla tamamlayalim.

Rivayet edilir ki, büyük romancimiz Kemal Tahir, bir gece sabaha karsi 04.00 sularinda esi Semiha Hanimi uyandirmis, Semiha Hanim da telas ve korkuyla “Ne oldu Kemal?” diye ayaklaninca, ‘Hanim’ demis, ‘Ne olacak bu memleketin hali?’

Semiha Hanim ‘Hay Allah, bu soru bu saatte mi sorulur? Bunun için mi uyandirdin beni? deyince, karsiliginda su cevabi alir. ‘Hanim! Memleketin halini düsünmenin günü ve saati mi olur’. Sanirim gerçek entelektüel sorumluluk böyle bir sey olsa gerektir. Bu rivayet bize bir entelektüelin, Hilmi Yavuz’un ifadesiyle “biraz uçuk’ ve Hegel’in ifadesiyle ise ‘rahatsiz bilinç’ oldugunu da gösterir.







E-Posta Listesi

Günün SÖZÜ

 
Bilgi Yolu Eğitim Kültür ve Sosyal Araştırmalar Merkezi
© 2009-2024 - Tüm Hakları Saklıdır. Bilsam.Org | Sistem:UmutDenizi Web